17th Plenary Session of the Congress
Strasbourg, 14 October 2009
Sedat LACINER, Director of the International Strategic Reseach
Organisation (USAK), Ankara on the situation of local authorities in Southeast Anatolia (Turkey)
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Yerel Yönetimlerin ve Demokrasinin Durumu
Çok uluslu, çok dinli ve çok mezhepli bir imparatorluk bekası olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti devleti yerel yönetimlere karşı büyük önyargılar ile kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nin yerel ayaklanmalar ve yerel azınlıklar üzerinden parçalanmış olması yerine geçen devlette ağır önyargılara neden olmuştur. Etnik, dini ve siyasi farklar, hatta farklılığın hemen her türü ayrılıkçılık nedeni olarak görülmüş ve yeni Türkiye devleti her şeyden önce merkeziyetçi bir anlayışla inşa edilmiştir. Osmanlı’nın parçalanma şoku neticesinde her açıdan homojen bir nüfus yaratma ve bu amaç doğrultusunda tüm yetkileri merkezde, başkentte tutmak gerektiği düşüncesi zamanla devlet saplantısına dönüşmüştür. Yeni devlet her yerde düşmanlar görmüştür ve bu düşmanlar için önemleler almaya çalışmıştır. Elbette bu konuda en önemli mağdurlardan biri de Kürt kökenli vatandaşların yoğunlaştı Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmuştur. Kürt ayrılıkçılığı endişesi pek çok demokratik gelişme gibi yerel yönetimlerin gelişmesine de izin vermemiştir. Ayrıca bölgenin ekonomik ve kültürel kalkınmamışlığı sorunları bölgede güçlü yerel siyasetin zemininin oluşmasına da engel olmuştur. Böylece yerel yönetimler ve genel olarak bölge siyaseti daha çok toprak ağlarının, büyük ailelerin ve şeyhlerin denetiminde kalmıştır. Milletvekilleri ve belediye başkanları seçimlerin çoğunda belli bazı aşiretlerce belirlenmiş, bölge ülkenin geri kalanı kadar dahi demokratikleşmeden pay alamamıştır.
Türkiye 1950’lerde çok partili yaşama geçmiş ve hemen her alanda normalleşme girişimleri başlamıştır. Bundan Güneydoğu Anadolu Bölgesi de yararlanmıştır. Ancak neredeyse 10 yılda bir karşımıza çıkan askeri darbeler ülkenin normalleşmesine izin vermemiştir. Darbe yönetimleri darbeler arasında kalan dönemlerde anlayışlarını kalıcı hale getirebilmek için yasaları değiştirmişler, kendi anlayışlarına göre kişileri devletin kalbine yerleştirmişlerdir. Böylece darbe yapılmadan darbe yönetimleri kalıcı hale gelmiştir. Devlet bürokrasisinde ve yargıda sivillerden, halktan, farklılıklardan ve yerel siyasetten korkan katı devletçi kişiler ve bunların zihniyetleri hâkim olmuştur. Kendilerini sanal bir devletin sahibi sayan ve halkı bunun düşmanı olarak gören bu anlayış zamanla gizli bir devlet örgütlenmesine dönüşmüştür (derin devlet). Darbelerle yeniden şekillendirilen devlet kendi medyasını ve kendi iş dünyasını da oluşturmuştur. Böylece sadece devletten gücünü alan bir sanayi, ticaret ve medya dünyası dahi oluşmuştur. Şüphesiz bu durumun en önemli mağdurlarından biri de Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmuştur.
Özal ile birlikte Türkiye’de pek çok şey değişmeye başlamış, Özal devletin yetkilerinin önemli bir kısmını tabana yaymaya çalışmıştır. Özal’ın radikal reformları ciddi bir dirençle karşılaşmıştır. Hatta kendisine silahlı suikast girişiminde dahi bulunulmuştur. Özal yetkileri olabildiğince yerel bölgelere yakınlaştırmaya çalışmış, siyaseti sivilleştirme gayretinde olmuştur. Ne yazık ki zihnindeki reformların önemli bir kısmını gerçekleştiremeden vefat etmiştir. Fakat şurası kesindir ki Özal Türkiye’de hemen her alanda bir zihniyet devrimini gerçekleştirmiş, açtığı yeni çığır geri dönülmesi güç süreçleri de başlatmıştır. Bu süreçlerin başında ise Güneydoğu Anadolu sorunu, yerel idareler ve belediyecilik gelmektedir.
***
Şüphesiz Güneydoğu’da yerel idarelerin gelişmesinde bir diğer önemli engel de terör olmuştur. 1983 yılında başlayan PKK terörü ilk önce Kürtleri hedef almış ve Türklerden çok Kürtleri katletmiştir. Geçen 25 yıl içinde 5.000’den fazla sivili öldüren terör örgütü Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde iş makinelerini yakmış, okulları tahrip etmiş, iletişim ve ulaşım hatlarına zarar vermiş, kısacası bölgede hizmet verilmesine izin vermemiştir. Terör örgütünün hedefindeki önemli yerlerden biri de yerel yönetimler olmuştur. Belediye başkanları ve onların yakınları kaçırılmış, hatta öldürülmüşlerdir. Bölgede yerel yönetimleri geliştirmek bir yana seçimlere katılmak dahi can güvenliği sorunlarına neden olmuştur ve bunun en önemli sorumlusu da terör örgütüdür. Terör örgütü öldürdüğü 5.000 kadar sivile ek olarak 10.000’den fazla güvenlik görevlisini de katletmiştir ki bunların büyük bir çoğunluğu Kürttür. Daha önemlisi PKK tıpkı devlet gibi alternatif siyaset yapma yollarını tıkamıştır. PKK’nın saldırıları sonucunda sosyalist, muhafazakar, liberal, dini ve diğer Kürt siyasi akımları tamamen ortadan kaldırılmış, cılız rakipler öldürülmüş ya da yurt dışına göçe zorlanmıştır. Böylece saha sadece PKK’ya ve bölgede askeri politikalarla sonuç almaya çalışan devlete kalmıştır. Silahların gölgesinde iki kutuplu bir yapı oluşmuştur. Bu durum yerel yönetimlere de yansımıştır. Bu dönemde doğrudan merkezden atanan valilere ve diğer yerel yönetim halktan kopuk olarak faaliyetlerini sürdürmüş, belediyeler ise PKK’nın gölgesi denebilecek siyasi partiler ile yerel feodal yapı sayesinde seçimleri kazanabilen ulusal partiler arasında paylaşılmıştır. Zamanla ulusal partilerin sayısı da azalmış ve pek çok yerde belediyeler PKK bağlantılı kişilerin eline geçmiştir. Bu dönemde PKK ile ilişkili partiler aslında bizim bildiğimiz türden siyasi yapılar olamamıştır. Örneğin Sinn Fein ile HDP, DTP benzeri partileri aynı kefeye koymamak gerekir. DTP benzeri partiler silahlı hareketin fikri önderi değildir. Bu partiler doğrudan silahlı kişilerin emri ile kurulmuştur ve buralarda özgür siyaset yapabilmek mümkün değildir. Bu partilerde silahlı teröristlerin emri geçmektedir ve seçimlerde kimin aday olacağına, kimin seçimlere katılmayacağına da terör örgütünün lideri karar vermektedir. En ufak bir farklılık örgüt tarafından en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Ne yazık ki terör örgütünün silahları sadece parti ve belediyeler üzerinde değil seçimlerde de belirmektedir. PKK seçimlerde yerel idarecileri ve seçmenleri tehdit etmektedir. Örneğin küçük köylerde sandık başına örgütün bir militanı yerleştirilmekte ve sandıklardan PKK’nın istemediği partiye oy çıkması halinde o köydeki tüm erkeklerin öldürüleceği tehditleri yapılmaktadır. Seçimleri PKK’nın desteklediği parti kazanınca da seçilen kişi özgür siyaset yapamamakta PKK’dan gelen emirler doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmaktadır. Belediyelere temizlik görevlisi veya memur olarak yerleştirilen silahlı militanlar belediyeler içinde ters bir hiyerarşi oluşturmaktadırlar. Seçilmiş belediye başkanları görünüşte emirlerinde çalışan temizlik işçilerinden, sözde muhasebecilerden veya sekreterlerden emir almak zorunda kalmaktadırlar. Güneydoğu Anadolu bölgesinde özgür siyaset yapabilmek oldukça zordur ve kendisini devlete ya da terör örgütüne dayandırmayanlar özellikle 1990’lı yıllar boyunca can güvenliği de dahil olmak üzere pek çok hayati tehlike ile karşılaşmışlardır.
***
1999’da Öcalan’ın yakalanması ile birlikte terörde hafifleme olmuş, ayrıca Türkiye devletinde de liberalleşme yönünde bazı adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu durumda Kürt siyasetine de olumlu şekilde yansımıştır. Bu sayede 12 Eylül 1980 darbe yönetiminin Kürt dili üzerinde koyduğu yasaklara gevşemeye başlamış, Kürtçe özel kursların açılmasına izin verilmiştir. Ardından Avrupa Birliği sürecinde yapılan reformlar hızlanmış ve 2000’li yıllar boyunca devlette büyük bir arınma kampanyası başlamıştır. Pek çok yasa ve düzenleme değiştirilmiş, pek çok konuda AB mevzuatı esas alınmıştır. Ancak sadece yasa değiştirerek sonuç alınamayacağı anlaşılmıştır. Çünkü 2000’li yıllardaki normalleşme çabaları devletin sivil ve askeri bürokrasisinden, yargıdan ve derin devleti özel sektörde destekleyen kişi ve kuruluşlardan çok sert bir direnişle karşılaşmıştır. Bu dönemde birkaç darbe hazırlığının başarısız kaldığı da anlaşılmaktadır.
2005 yılında AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlamış olması Türkiye’de demokratikleşme çabalarına daha bir güç ve ivme kazandırmıştır. Bundan daha önemlisi Türkiye belki de ilk defa olarak içeride çok güçlü bir dönüşüm çabası içindedir. Devlet adeta içindeki şeytani yapılanmayı ve korkularını kusmaktadır. Basit bir yasa değişikliği çabasının ötesinde büyük bir zihniyet dönüşümüne sahne olmaktayız. Ergenekon davası bunun en açık örnekleriyle dolu ve süreç halen tüm hızıyla sürmektedir. Dönüşüm en önemli etkilerini Kürt siyasetinde ve yerelleşmede göstermektedir. Kürt Açılımı veya Demokratik Açılım adı altında geçmişte bir tanesi bile gerçekleştirilememiş reformlar kısa sürede bir bir gerçekleştirilmektedir. Örneğin Kürtçe’nin önündeki neredeyse tüm engeller bir bir kalkmaktadır. Yakın bir zaman kadar Kürtçe konuşmak yasak iken bugün devlet eliyle 24 saat Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı kurulmuştur (TRT Şeş). Devletin diğer kanalları önemli günlerde (örneğin mevlitlerde) Kürtçe yayınlar yapmaktadır. Önce haftada 15 dakika Kürtçe yayınla başlayan açılım öyle bir noktaya gelmiştir ki bugün 24 saatlik yayın da yeterli bulunmamaktadır ve özel kanalların da Kürtçe yayın yapabilmeleri için yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Buna ek olarak bazı üniversitelerde Kürdoloji bölümleri açılabilmesi için çalışmalar yürütülmektedir. Bazı valilikler ve emniyet teşkilatı halka Türkçe’nin yanında Kürtçe de hizmet verebilmek için özel önlemler almaktadır. 24 saat hizmet veren arama merkezleri bu önlemlerden bazılarıdır. Bölgede görev yapacak polislerin Kürtçe bilmeleri için çalışmalar yapılmaktadır. Aynı şekilde bölgede darbe dönemlerinde değiştirilmiş olan Kürtçe, Ermenice ve diğer dillerdeki yer isimlerinin eski hallerine getirilmesi için de çalışmalar başlatılmıştır. Bizzat İçişleri Bakanı kendilerine talep gelmesi halinde eski isimlerin iade edileceğini açıklamış, başbakan ve Cumhurbaşkanı da bazı yerleşim yerlerinin eski isimlerini kullanmış ve isim değişikliklerinin arkasında olacaklarını açıklamışlardır. Kürtçe’nin kültür ve eğitim dili olarak geliştirilmesi için özel çalışmalar halen devam etmektedir. Örneğin ilk Kürtçe tiyatro ve opera gibi bazı çalışmalar bölgede devlet ile Kürt vatandaşları arasındaki ilişkiyi kökten değiştirmektedir. Hükümet 2009 yazı başında Demokratik Açılım adı altında yeni bir kampanya daha başlatmıştır ve bu açılım çerçevesinde Kürt kimliği ve Kürtçeyi geliştirmek için çok daha büyük adımların atılmasının sözü verilmiş, bu konuda muhalefetin ve hatta PKK bağlantılı olduğu herkesçe malum DTP’nin desteği istenmiştir. Şaşırtıcı olan ise Kürt kimliği ve Kürtçe üzerindeki engellerin bir bir kalkmasına en büyük tepkiyi PKK’nın ve DTP’nin göstermesidir. Örneğin Kürtçe televizyon kanalı TRT Şeş açıldığında PKK bu kanalın izlenmemesi çağrısında bulunmuş, kanalı izleyenler tehdit edilmiş, kanala program yapan bazı kişiler ölümle tehdit edilmiştir.
Demokratikleşme sürecindeki bir diğer olumlu gelişme de DTP’nin kapatılmamasıdır. Parti kapatmanın oldukça kolay olduğu Türkiye’de devlet zihniyet değişiminin bir parçası olarak yargının DTP’yi kapatma isteğine direnmiştir ve halen de direnmektedir. Böylece DTP kapatılmadan neredeyse iki dönemdir siyaset yapabilmektedir. Bu da devletin Kürt siyasetinde meşru ve yasal bir muhatap arayışının sonucu olarak değerlendirilebilir.
Gözlerden uzak bir diğer gelişme ise yerel yönetimlerin maddi açıdan da güçlenmesidir. Yerel yönetimlerde belediyeler son 7 yılda büyük oranda ön plana çıkmışlardır. Her şeyden önce genel bütçeden belediyelere ayrılan miktar geçmişle kıyaslanamayacak oranda artmıştır ve belediyelere verilen maddi destek geçmişten farklı olarak onların büyük projeler yapmalarına olanak sağlamaktadır. Bu dönemde Türkiye ekonomisinin 4 kattan fazla bir büyüklüğe ulaştığı dikkate alındığında belediyelerin artan maddi imkânları daha kolay anlaşılabilir. Belediyelerin yasalar ve yeni maddi kaynaklar ile desteklenmesi politikası büyük bir hızla devam etmektedir. Ancak bu reformlardan ve kaynak aktarımlarından daha çok Batı’daki belediyeler faydalanmaktadır. Bunun temel nedeni ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde belediyeciliğin koyu bir ideolojik işgal altında olmasıdır. Güneydoğu belediyelerinin kaydadeğer bir kısmını almış olan DTP siyasetini sadece Kürtçülük üzerine kurmuştur. Partinin çevre sorunları, kadın hakları, tarım, işsizlik gibi ülkenin ve bölgenin hayati konularında fikir beyan ettiği neredeyse hiç duyulmamıştır. Parti tüm sorunları Kürt kimliği üzerinden açıklamaya çalışmakta ve sadece Kürtlük sorunu varmış gibi hareket etmektedir. Ne yazık ki bu tablo belediyecilik alanında da sürmektedir. Hal böyle olunca DTP’li belediyelerin yerel hizmetlere dönük proje üretiminde oldukça geri kaldıkları, kendilerine ayrılan payları ya yeterince kullanamadıkları, ya da hizmet üretmekten çok yandaş istihdam etmeye ayırdıkları görülmektedir. DTP’ye ait belediyelerde PKK militanları da dâhil olmak üzere ciddi bir siyasi istihdam politikası izlenmektedir. DTP belediyeleri ölen PKK teröristlerinin yakınlarına fonlar aktarmakta, PKK’nın verdiği listelerde yer almayan kişilere iş ve ihale vermemektedir. Ayrıca seçimlerde de PKK’nın silahlı tehditleri hala çok ciddi bir etkiye sahiptir. Kısacası devletde çok ciddi bir değişim ve değişim isteği görülmekle birlikte PKK ve uzantılarında aynı değişimi, hatta değişim isteğini görmek mümkün değildir.
DTP’li belediyeler vergiler ve merkezi bütçeden kendilerine ayrılan paylar dışında özellikle AB ve diğer Avrupa fonlarından da yararlanma imkânlarına sahiptirler. AB’nin azınlık gruplara duyduğu sempatinin bir ürünü olan bu özel imkânlar milyonlarca euroluk geniş bütçeler sunabilmektedir ve uygulamada DTP’li belediyelerin bu fonları almada daha rahat oldukları anlaşılmaktadır. Ancak alınan fonların şehirlerin temizlik, kanalizasyon, ulaşım vb. temel ihtiyaçlarından çok kültürel ihtiyaçlar adı altında siyasi maksatlı alanlarda harcanması da düşündürücüdür.
***
Türkiye’de halen çok radikal bir yasa ve mevzuat değiştirme kampanyası devam etmektedir. Gerek Kürt siyaseti, gerekse yerel yönetimlerde kâğıt üzerinde çok devasa değişimler yaşanmaktadır. Yetki Ankara’dan bölgelere ve yerel idarelere kaymaktadır. Önce AB süreci olarak başlayan değişim bugün Ankara Süreci olarak iç motorunu bulmuştur. Süreç şu anda iki ciddi direnç ile karşı karşıyadır. Bunlardan ilki devletin içinden, devletin içine yerleşmiş olan çeteleşmelerden gelmektedir. Kendilerini milliyetçi-sağ veya ulusalcı-sol olarak lanse eden ama günün sonunda aslında aynı çeteleşmenin ortakları olan bu kişiler siyasette yerelleşmeyi parçalanmaya giden bir yol olarak takdim etmektedirler. Bu kişilere göre belediyelerin güçlenmesi, valiler gibi bazı yerel idarecilerin de seçimlerle gelmesi gibi önlemler en sonunda Türkiye’nin parçalanmasına neden olacaktır. Aynı şekilde bu kişi ve gruplar Kürt siyasetindeki demokratikleşmeyi de parçalanmaya gidecek bir yol olarak görmektedirler.
Şaşırtıcı bir şekilde Türkiye’deki demokratikleşme dalgasının gördüğü en büyük ikinci direnç PKK’dan gelmektedir. Terör örgütü demokratikleşme girişimlerini tüm gücüyle baltalamaya çalışmaktadır. Geçmişte de AB üyelik müzakereleri gibi Türkiye için hayati olan günlerde bombalama eylemleri ve suikast girişimleri ile demokratikleşme çabalarını engellemeye çalışan örgüt bugün de bir yandan yerel yönetimleri işgal etmeye çalışmakta, diğer taraftan devlette sivil kanattan ziyade militarist kanadın güçlenmesi için çaba göstermektedir. Devletin hatalarından beslenen PKK terörü hata yapacak bir devleti tercih etmektedir.
Önümüzdeki yeni dönemde değişen demokratik devletin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde reformlarını sürdürebilmek için muhatap ve ortaklara ihtiyacı vardır. Bu muhatap ve ortak olarak DTP seçilmiştir. Ancak DTP bir türlü silahlı teröristler ile bağlarını koparamamakta ve meşru siyaset yapamamaktadır. Partinin ve belediyelerin içindeki PKK komiserlerini söküp atmak çok zordur. Hiçbir DTP’li buna cesaret edememektedir. Son dönemde KCK operasyonları ile güvenlik güçleri DTP’nin içine sızmış PKK militanlarını bir miktar almış olsa da DTP’nin gerçek bir partner olabilmesi için hala cesur siyasetçilere ihtiyacı var.
Bölgede silahların gölgesi sürdüğü müddetçe yerel yönetimler veya diğer sivil ihtiyaçlardan gerçek anlamda bahsetmek çok zor olacaktır. Türkiye’nin ve bölgenin asıl ihtiyacı hem Kürt siyasetinde hem de ulusal siyasette pluralleşme ve demokratikleşmedir. Elimizde birçok DTP olmadığı sürece, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde PKK-devlet kutuplaşması kırılmadığı sürece gerçek bir yerelleşmeyi yakalayabilmek olanaksızdır.
Sonuç olarak yasal alanda hala yapılması gereken önemli düzenlemeler olmakla birlikte yasaları değiştirmek sorunun belki de en kolay kısmıdır. Asıl önemli olan zihniyet değişimidir ki bu zaman almaktadır. Gerek devlette, gerekse bölge siyasetinde insanların, davranış kalıplarının, korkuların ve algıların kısa sürede değişmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bir gecede gerçekleşebilecek mucizevî formüller de bulunmamaktadır. Olması gereken birlikte inşa edilecek süreçlerdir. Bu nedenle bugün birbirlerine rakip görünenlerin sorunları istismar etmek yerine sorunları çözmek üzere rakipleri ile birlikte yapıcı bir ortaklığa girmeleri gerekir.